Bu coğrafyanın talihli fakat biraz mağdur; bahtiyar ama zulme uğramış
büyük milleti olan bizler, inancımız, düşünce ufkumuz ve millî
üslûbumuz, başka milletlerde olmayacak ölçüde, millî ruh potasında
şekillene şekillene, işlene işlene öyle incelmiş, öyle zarifleşmiş ve
öyle evrensel değerlerle bezenmiştir ki, fazla değil, birkaç celse bile
bizimle oturup kalkanlar bu farklılığı hemen anlayabilirler. Zira bu
farklılıkta her zaman bizim gönüllerimizin mukaddes hüznüyle,
ruhlarımızın şevk çağıltıları duyulur. Evet, bize kulak verenler, hemen
her zaman, bizim beyan ve üslûbumuzda tatlı ve romantik bir hicranın
ümitle seslendirilen bestelerini, zevkli ve ebedî bir dâüssılanın da
vuslat nağmelerini dinlerler. Evet biz, bir yandan `Ey sâki aşkın narına
yandıkça yandım bir su ver` diye mırıldanırken, bir yandan da `Parmağım
aşkın balına bandıkça bandım bir su ver` der, hüznümüzü, tasamızı
gülücüklere çeviririz. Dillerimiz bazen aşk bazen de melâl söyler; aşk u
melâl başkaları için birer ızdırap sayılsa da, biz onlar a Mevlânâlar
gibi hep kopup geldiğimiz âleme iştiyakın şiirini dinleriz. Aşk ve melâl
bizde, içli, gamlı bir sonsuzluk arzusundan kaynaklanan ruhun lisanıyla
bir yakarıştır. İnançlarımız, duygularımız bizi hep ötelerin sihirli
âlemlerinde dolaştırdığı için hemen her zaman hüzün ve neş’eyi iç içe
duyar; ağlamaları, gülmeleri aynı sesin farklı perdeleri gibi dinler;
sînelerimizin tasayla inip kalkmasına yüzlerimiz gülücüklerle cevap
verir, gözlerimiz yaşlarla dolup taşarken vicdanlarımız İrem Bağları
gibi güllerle kızarır.
Her ferd için müyesser olmasa da, Allah’la irtibat bizim en tabiî
tavrımızdır.. ve O’nunla münasebet ömrümüzün bütün hatıralarını zevk u
şevke çeviren bir büyü gibidir. O’na ait duygularla atan sînelerimiz
sürekli bir temâşâ hülyâsıyla dolar boşalır; gönüllerimizde en acı
hazanları bahar neşvesiyle iç içe yaşarız. Ruhlarımız her zaman, Hak’la
münasebetin gereği olarak bir kısım hususî duyuş ve zevk edişlerin
insiyâkıyla en imrendirici tavırlara bürünür; bürünür ve bize hemen her
an, hüzün ve kederlerle dolup taştığımız dakikalarda bile ayrı bir haz
ve ayrı bir inşirahı duyurur. Haz veya hüzün, inşirah veya gam, imanla
çarpan sînelerimizde istihâlelere uğrayarak bize zevklerin en tabiîsini
ve beklentilerin en reel olanını söyler. Gerçi bazen, bizim de,
başkaları gibi gelip geçtiğimiz hayat güzergâhında yumuşak saatlerle
sert dakikaları, tatlı haftalarla acı günleri ve gece-gündüz münâvebesi
içinde gelip geçen aydınlıklarla karanlıkları iç içe yaşadığımız olur;
olur ama, inançlarımız, Hak’la irtibatlarımız ve ümitlerimiz sâyesinde
kahırların elinden ne lütuflar ne lütuflar yudumlar ve ne erişilmez
zevklere ereriz! Kahrı, lütfu bir bilmeyenler azap içinde azaplarla
kıvranadursunlar, biz kendi atmosferimizde her şeyin engin bir rahmete
inkılâp edeceğini görür; acı tatlı yanlarıyla bütün bir hayatı kevserler
gibi yudumlar, yediğimiz-içtiğimiz her şeyde, oturup-kalktığımız her
yerde kendi iç âlemimizin değişik dalga boyundaki nurânî inkişâflarıyla,
kederlerimizin sevinçler karşısında küçüldüğünü, elemlerimizin
lezzetler içinde eriyip gittiğini ve ömürlerimizin en renkli
televvünlerle öteler hesabına birer sırlı mahzene aktığını duyar;
fânîliğimizin ebediyete inkılâp etmesi hazzıyla, ağlarken bile çevremize
gülücükler yağdırırız.
Bizim dünyamızda inançlar, inançların bağrında doğup gelişen
beklentiler hayatımızla o kadar iç içedir ki, ömrümüzün her faslı bizi
bir dua, bir niyaz, bir namaz durağında kanatlandırır ve âhiretin
kapısına kadar götürür; götürür ve gönüllerimize cennet güzelliklerini
içirir. Bu sâyede her gün birkaç defa cennet kokularını duyar gibi
oluruz. Öyle ki, biz kendimizi hayatın gündelik seyrine salsak bile, gün
boyu minarelerden yükselen ezan sesleri, temcid nağmeleri, câmilerin
pencerelerinden dışarıya taşan kâmet, tesbih, tahmid ve tekbir sadâları
bizi hep kendi iklimine çeker, ruhlarımıza kendi boyasını çalar,
gönüllerimizi bir tambur gibi seslendirir, bir ney gibi inlettirir ve
bir mûsıkî neşvesiyle coşturur; coşturur da, tâ iç dünyamızın
derinliklerinden köpürüp gelen, bütün duygularımıza yayılan,
düşüncelerimizi cennet yamaçları gibi renklendirip dilimize,
dudaklarımıza ilham çağlayanları gibi akan sırlı bir ledünnîlikle
büyülenir ve olduğumuz yerde kalakalırız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder