Fethullah Gülen Hocaefendi, Uludere'de hayatını kaybeden 35 vatandaşımız için taziye mesajı yayınladı

Türkiye'nin devletler muvazenesinde denge unsuru olmaya yürüdüğü ve ikbal yıldızının parlayacağına dair ümitlerin yeşerdiği bir süreçte 35 vatandaşımızın terörist zannıyla elim bir şekilde vefatını teessürle öğrendim. Yetkili makamların olayın ört bas edilmemesi için verdiği teminat ve hadisenin yargıya intikali teselli edicidir.
Bütün güvenlik birimlerinin terörle mücadelede topyekûn mücadele ettiği ve şekâvete aman verilmediği bir dönemde bu ahengi baltalamak isteyen odaklar boş durmuyor; türlü provokasyonlarla yeni anayasa hazırlıklarını ve açılımları da sabote etmeye çalışıyorlar.
Bugüne kadar nice elim hadisede sağduyusunu kaybetmemiş, birlik ve beraberliğini bozmak isteyenlerin heveslerini temkin ve dengesiyle kursaklarında bırakmış olan ülkemiz insanının, bu kritik süreci de Allah'ın inayetiyle vifak ve ittifakı koruyarak atlatacağına ümidimiz tamdır.
Yeri geldiğinde askerimizle birlikte teröre karşı mücadele eden korucu vatandaşlarımızın mukim olduğu Ortasu Köyü'nün vatanperver halkının acısını istismardan geri durmayanların, vatan evladını birbirine kırdırtmak ve akan kanın üzerine kendi saltanatlarını kurmaya çalışmaktan vazgeçmeyeceği hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir,
Hadisede elim bir şekilde vefat eden 35 vatandaşımıza, kardeşimize, evladımıza Cenab-ı Allah'tan rahmet diler, kederli aileleriyle yakınlarına başsağlığı ve sabr-ı cemil niyaz ederim.
BAMTELİ: Hocamızın "Televizyon ve İnternet Nefsin Hakkı mı?" isimli son sohbetinde ailenin ve nefsin hukuku anlatılıyor:http://t.co/DosoRosl

M.Fethullah Gülen Hakikat Damlaları

Hakikat Damlaları-1

Bizim Allah’la irtibattan daha öte herhangi bir güç kaynağımız yoktur. * * * Büyük ya da küçük kendini bir şey zannedenler kaybetmeye namzettirler. * * * Kulluk, niyet ve davranış bütünlüğüne ulaşmanın unvanından ibarettir. * * * Ahireti hesabına endişesiz yaşayanın akıbetinden korkulur. * * * Sadece O’na kul olmak lazım. Bir köleniz olsaydı siz onun başkası için de köle olmasına razı olur muydunuz!? * * * Sağlam bir itikatla Allah’a sığınınca hallolmayacak hiçbir mesele yoktur. * * * Laubali arkadaşlar ve gayr-i ciddi ortamlar insan için en büyük tehlike sayılmalıdır. * * * İstiğna kadar insanı güçlü hale getiren ve güven vaad eden başka bir zenginlik kaynağı gösterilemez. * * * Nefsin nefesini kesmezseniz nefis ve şeytan bir gün keser sizin nefesinizi! * * * Kendi iyiliklerinin hafızı olmak marifet değildir. * * * Her günah başka bir günah için bir referanstır. * * * Ahiretle dünyayı avlamaya çalışmak dine karşı ihanet, Allah’a karşı da saygısızlıktır. * * * ‘Estağfirullah’a yatırım yapmak için söylenen tevazu ifadeleri birer zımnî yalandan ibarettir.

Hakikat Damlaları-2

Bazı meselelerde aldanmayı, başkalarını zulme uğratmaya tercih etmelisiniz. * * * Münafıkların bahşişi sönük bir gülücüktür. * * * Mü’min övülmeyi sövülme gibi görmelidir. * * * Sabr-ı cemil, sıkıştığın zaman içini Allah’a dökmendir. * * * İnsanları sırat-ı müstakime çağırmada hal önemlidir. * * * Kimde olursa olsun, azıcık samimiyet bir başarı vesilesi olabilir. * * * Tefsir ve te’vile en kapalı beyan sükûttur. * * * Az yemek, az uyumak insan-ı kâmil olmanın vazgeçilmez yoludur. * * * Bir defa yalan söyleyen her zaman söyleyebilir. Bir kere iftira eden de… * * * Esas hürriyet Allah’a kul olmaktır. * * * Allah’ın rızasını istemede ve O’nun adını dünyanın her yerine duyurmada hırslı olmak gerekir. * * * Allah’ı bilmemek demek, hiçbir şey bilmemek demektir. * * * Bilerek bir karıncayı ezen, başına bir şey geleceğinden korkmalıdır. * * * Kendi eksiklerini göremeyenler, kusurlarını asla telafi edemezler.

Hakikat Damlaları-3

Her hangi bir beklentiye bağlanmış işler, çok kahramanca bile gerçekleştirilmiş olsalar hiçbir gelecek vâdetmezler.

***

Sadakatla emniyet birbirine o kadar yakındır ki, ikiz olarak doğmuşlardır dense sezadır. Mü’minin doğru söylememesi yadırganmış, şeytanın doğru söylemesi ise taaccüble karşılanmıştır.

***

Kaba söz ve davranışlar ruhunda kabalık olanların dışa akseden hırıltılarından başka bir şey değildir.

***

Derinleşme azminde olmayanlar hiç farkına varmadan zamanla sığlaşırlar.

***

Bütün mesâvi-i ahlakın kaynağı yerinde saymaktır.

***

Yeryüzünde Efendimiz’i (aleyhissalatü vesselam) tartacak baskülü Allah yaratmamıştır.

***
Kudsî demek dava adamı demektir. Dava adamı da iddia adamı değil, hareket ve aksiyon adamıdır.

***

Allah’ın bir kuluna lütfettiği en büyük nimet ihlastır.

***

İşlenen günahlar ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın rahmeti her zaman daha büyüktür.

***

Azığı irfan olanlar hiçbir zaman ihlas ve mücahede bezginliğine düşmezler.

***

Cenab-ı Hak’la sağlam bir irtibat tesis edemeyenler, insanlarla da iyi bir münasebet ortaya koyamazlar.

Hakikat Damlaları-4

Allah’a yakın olmayanların ufuklarında her zaman bu’d (uzaklık) rüzgarları eser.

***

Yaptıkları işlere “ben” mülahazasını katanlar onları kirletiyorlar demektir.

***

Beyan, kalbin sesi soluğu olabildiği ölçüde kıymet kazanır.

***

Kulluğunun idrakinde bulunan bir iman erine düşen vazife Sonsuz karşısında sıfır olmaktır. Kendini

sıfırlamayanlar Sonsuz’a kat’iyen ulaşamazlar.

***

İnsanı, Allah’ın rızasına i’lâ-yı kelimetullahtan daha hızlı ulaştıracak bir vesile bilmiyorum.

***

İbadetler, sadece bilmesi bir kıymet ifade eden Zât’ın bilmesine bağlanmalıdır.

***

Sebeplere riayetsizlik de Allah’a karşı bir nevî saygısızlıktır.

***

Hiç kimseye köle olmamanın tek yolu Allah’a halis-muhlis kul olmaktır.

***

Laubalîlik Allah’tan uzakta olmanın, ciddiyet ise Allah’a yakın bulunmanın en açık alametidir.

***

Allah’ım, bize, neyi, nerede ve nasıl konuşacağımızı öğret!

***

Allah’ım! Göz açıp kapayıncaya kadar dahi olsa, hoşnut olmayacağın şeylerle bizi baş başa bırakma!

Gülen Hareketi & Hizmet Hareketi

Gülen Hareketi Allah yolunda hizmettir.Kendi nefsini değil kardeşini düşünmektir.Gülen Hareketi Türk okullarıdır.Hz.Muhammed (S.A.V) Aşkıdır.Ulaşılmak isteyen değil ulaşmak isteyendir.Gülen Hareketi kardeşliktir.Yaşamaktan çok Yaşatma idealidir.Gülen Hareketi hizmet hareketidir ama en büyük olana Allah'a olan hizmettir.Gülen Hareketi bir siyasi kuruluş değil bir gönül muhabbet dostluğudur.Gülen Hareketi Bedüzzaman Hz lerini anlamaktır.Gülen Hareketinin Bir sloganı vardır >>> Biriz Bir deniz Kardeşiz<<<

Türkçe Olimpiyatları

Dil insanların birbirlerini anlamasını ve kaynaşmasını sağlayan bir unsurdur. İletişim çağında kültürlerin birbirleri ile kaynaşması, farklı kültürlere sahip insanların birbirleriyle anlaşması dil ile olmaktadır. Türkiye'nin dünya ülkeleri ile geliştirdiği ilişkiler, Türkçe öğrenen binlerce öğrencinin mevcudiyeti dilimizin hak ettiği konumu elde edeceğinin emareleri sayılır.

Türkçe Olimpiyatları da Türkçemizin dünyada hak ettiği konuma gelmesi ve daha yaygın şekilde kullanılması için oluşturulan bir emeğin ürünüdür. En iyi Türkçe öğrenenleri ödüllendirmek amacıyla 2003 yılından beri düzenlenen olimpiyatlar yurt dışında Türkçeye karşı büyük bir heyecan ve ilgi uyandırmıştır.

Türkçe Olimpiyatları bir final niteliğindedir. Yarışmacılar finale gelene kadar birçok aşamadan geçmektedir. Öğrenciler, sınıf ve okul seçmelerinden sonra ülke seçmelerinden geçerek bu olimpiyatlara katılmaya hak kazanmaktadırlar. Bir eğitim yılı boyunca olimpiyatlara yaklaşık 15.000 öğrenci hazırlanmaktadır.

Türkiye'deki finallere katılmaya hak kazanan öğrenciler, ülkelerini Türkçe olarak tanıtan stantlar hazırlayıp, kültürlerin kaynaşmasına katkıda bulunmaktadırlar. Her yıl, geleneksel bir keyfiyet kazanan olimpiyatların ödül töreninde, Türk diline ve kültürüne hizmet eden devlet büyüklerine, siyaset adamlarına, basın yayın, eğitim ve sanat camiası mensuplarına özel hizmet ödülleri verilmektedir.

Bizler TÜRKÇEDER olarak, Anadolu insanın samimiyetinin neler yapabileceğinin hikâyesini oluşturduk. Topraklarımızdan dünyaya yayılan Türkçenin gücüne inandık. Türkçeyi öğrenen çocukların kardeşlik duyguları ile beslendiklerini gördük.

Mevlana'dan Yunus Emre'den şiirler okuyan, türkülerimizi seslendiren bu çocukların bir yaz başında ülkemize bıraktıkları tatlı bir huzur bunun göstergesi değil midir?

www.turkceolimpiyatlari.org

Gülen Hareketi Nedir ?

Gülen Hareketi toplumsal bir hizmet ve Allah yolunda yürümektir.Çoğu insanın kastettiği gibi cemaatin ülkeyi ele geçirmeye çalıştığı  bir anlayış değildir.Bu Hareket insanların birbirleriyle sıkı bağlar kurmasını sadece bir ülkede değil Türk okullarıyla tüm dünyada var olan kardeşlik bağlarıdır.Türk okullarıyla Eğitim kurumlarıyla oluşumlarıyla bir çok ünlü isminde takdirini kazanmıştır.

Büyük Çilekeş /Fethullah Gülen

Büyük Çilekeş

Kan ter içinde yaşadın kan terdi pazarın;
Yoktu vefadarın...
Sinelere çarpıp geçiyordu ah u zarın..
Ateşten efkarın..
Mağmalar gibiydin yalnız kaldığın günlerde...
Derdin perde perde;
Hasretle geçip gitti hicran dolu anların;
Müşişti kararın;
Nurlar yağıp karanlıkları boğuncaya dek,
Bu kavga sürecek...!
Aşk rehberin olmuştu, mefkuren de dildarın;
Coşkundu esrarın...
İnleyip dolaştın çöllerde...çöldü her yöre;
Ova, dağ ve dere..
Bahar müjdelemiştin, tüllenmeden baharın,
Ümitten diyarın..
Göçüp gittin bir gece tan yeri ağarırken..
Ak horoz öterken...
Hep anıp durmuştun, erdin vuslatına Yar`ın...
Gönüller mezarın...

Fethullah Gülen

Şiiri

Aç Kapını
İltifât et aç kapını bendeni sevindir.!
Nağmeler sun ruhuma ötelerin dilinden;
Sun ve gönlümü saran hafakanlarımı dindir.!
Sunduğun gibi nâçârlara kendi elinden.
Sensin o tek merhametli bana da bir ihsan,
Lutfeyleyip yolumu otağına çevir.!
Yol boyu her dönemeçte nezdinden bir bürhan;
Sal ufkuma ahdini emânıma yetiştir!
İç içe gurbetteyim, yok gurbetlerin dibi,
Ağarsın ak günler, ersin zulmetin eceli.!
Sensin bu gamnâk gönlümün Biricik Sahibi,
Herkes gibi ne olur bana da bir tecellî.!
Ve her ân yepyeni bir vuslat heyecanıyla,
Gönlüme o derin sevginin zevkleri insin.!
Hep kanatlansın ruhum aşkının tufanıyla.
Hicranla köpüren ızdıraplar bir bir dinsin!
Duyayım kalbimde tecellî ettiğin ânı.
Ve bakışlarım sonsuzun rengine boyansın!
Göreyim şevkin vuslata döndüğü zamanı...
İsterse artık her yanım ateşlere yansın...
Bir sırlı âlem ki güneş tıpkı bir bengisu,
Madde çözülüp mânânın bağrında erimiş;
Ruh tecellî avında ve gönül kurmuş pusu,
Herkes bir büyülü temâşâ ufkuna ermiş...
O yerde O’ndan başka hiçbir şey işitilmez,
Kulaklara çarpan ses duyguların bestesi;
Saatler 'tik tak' ve günler doğup-batmak bilmez,
Zaman, mekan bilinmezin sırlı hendesesi...
Fethullah Gülen

1941-1959 Hayat Kronolojisi M.Fethullah Gülen

Doğum Yılı
Fethullah Gülen, resmî nüfus kaydına göre 27 Nisan 1941'de, Erzurum ili, Hasankale (Pasinler) ilçesi, Korucuk köyünde dünyaya geldi.

Babası, Gülen'i doğduğu yıl nüfusa kaydettirmek üzere Hasankale'ye gitmişti. Ancak tek parti iktidarının hüküm sürdüğü o yıllarda nüfus memuru, "Ben bu ismi kaydetmem" deyince babası kızarak nüfus kaydını yapmadan köye geri geldi. Bir süre sonra Ramiz Gülen köyde ihtiyar heyetine seçildi. Köy muhtarı hemen hemen bütün işleri ona devretmişti. Ramiz Bey, köy karakolunun başçavuşuyla birlikte 1942'de yeniden Hasankale'ye nüfus idaresine gitti. Bu sefer iki oğlunu kaydedecekti. Sıbgatullah, ağabeyi Fethullah Gülen'den 2,5 yıl sonra dünyaya gelmişti.

Başçavuş, "Bu isimleri bu şekilde kaydedeceksin" diye sert çıkıp oradan ayrıldıktan sonra nüfus memuru ikisini de kaydetmeye başladı. Ancak her iki kayıtta da yanlışlıklar yaptı. Babasının ismini "Muhammed Fethullah" olarak koyduğu Fethullah Gülen'in ismini "Muhammed" olmadan, doğum tarihini de 1938 yerine 1942 olarak; kardeşi Sıbgatullah'ı ise 1942 doğumlu ve Seyfullah ismiyle kaydetti.

Böylece Fethullah Gülen, 1938 doğumlu olmasına rağmen nüfus kaydında 1942 olarak yer aldı.

Edirne'de memuriyete girişi sırasında ise mahkeme kararıyla yaşı 1 yıl büyütülünce resmi olarak doğum yılı 1941 olarak kayda geçti.
1945Kur'an Öğrenmeye Başladı
Annesinden 4 yaşında Kur'an öğrenmeye başladı ve kısa zamanda Kur'an'ı hatmetti.

'Benim ilk Kur'an hocam validemdir. Kendi anlattığına göre bana dört yaşımda Kur'an okumayı öğretmiş. Bir ay içinde de hatmettiğimi söyler. Ben, hatmettiğimi hatırlamıyorum. Ancak bütün köylüye yemek verdiler. Birisi de bana 'Senin düğünün oluyor' dedi. Utandım, ağladım.'
1946İlkokula Başladı
'O sıralarda köyümüzde ilkokul yoktu. Şu anda da mevcut olan caminin bitişiğindeki medreseyi, sınıf olarak kullandılar. Gündüzleri çocuklara, geceleri de yaşlı erkek ve kadınlara orada okuma-yazma öğretiyorlardı. O yaşlı başlı insanların durumunu pencereden seyreder gülerdim. Bana halleri çok tuhaf gelirdi. Yaşım tutmadığı için ilk sene beni okula almadılar. Okula gittiğimde yaşım yine tutmuyordu; fakat devam ettim. İki veya üç sene okula gittim.'
1949İlkokul Günleri ve Yarıda Kalan Eğitim
Babasının 1949 yılında Alvar Köyü'ne imam olması ve ailesinin oraya taşınması nedeniyle ilkokulu bırakmak zorunda kaldı ve daha sonra dışarıdan tamamladı.

'İki buçuk sene kadar okuduktan sonra okuldan ayrıldım. Babam, İmam olarak Alvar'a gittiği için biz de ailece oraya taşındık. Bir daha da okula gitmedim. Bir ara Korucuk'a gelmiştim. Bu kadın öğretmen beni görmüş ve 'Ben seni dördüncü sınıfa geçirdim' demişti. Fakat onun bu jesti de fayda etmedi. Okula gitmedim. İlkokulu daha sonra, Erzurum'da dıştan imtihanla bitirdim.'
1951Hafızlık Çalışmaları
Babası Ramiz Hocaefendi'den Arapça dersler aldı ve hafızlığını tamamladı.

'Ev işlerinden ve hayvanları gütmekten vakit bulabildiğim ölçüde ezber yapabiliyordum. Buna rağmen iyi çalıştığım günler yarım cüz kadar ezberleyebiliyordum. Zaten yazın vakit bulmam mümkün değildi. O kış hıfzımı tamamladım.' (Küçük Dünyam)

'Ben şahsen hafızım ve hayatımda iki defe hafızlık yapanlardanım. Bir, on küsur yaşlarındayken babam yaptırmıştı. Bazı sebeplerden ötürü üzerinde duramadığımdan tamamen unutmuştum. Daha sonra 1980'lerde tekrar dört ayda hafız oldum. Fakat kemâl-i samimiyetle söylemeliyim ki, onu her okuyuşta yeni yeni ufuklar, yeni yeni kıtalar keşfediyor gibi oldum. Ona gönlünü veren herkesin de aynı şekilde düşündüğünü zannediyorum. Elverir ki, mânâya âşina olarak ondaki ilâhi maksatlar takip edilebilsin ve biraz da –daha önce de bahsettiğim gibi- konsantrasyon içinde ciddî bir biçimde okunsun. (Prizma-4, Kasım 2003)'
1952Hasankale Günleri
Hasankale'de bulunan Hacı Sıtkı Efendi'den tecvit dersleri aldı. Ve dört yaşında başladığı Kur'an'ı 1951 yılında 10 yaşındayken hıfzederek hafızlığını tamamladı.

'İlk defa o yaz, okumam için ev ve tarla işlerinden muaf tutuldum. Çünkü babam beni, Hasankale'de Hacı Sıtkı Efendi diye bilinen bir zatın yanına talim ve tecvit okumak üzere götürüp teslim etmişti. Ancak Hasankale'de kalacak yerim olmadığı için her gün Alvar'dan gidip gelmem gerekiyordu. O sırada on yaşlarındaydım ve her gün 7-8 kilometrelik yolu yaya olarak gidip gelme zorundaydım.'
1954Sadi Efendi'den Arapça Dersler Almaya Başladı
Fethullah Gülen, Erzurum'daki Kurşunlu Camii medresesinde Alvar İmamı'nın (Muhammed Lütfi Hazretleri) torunu Sâdi Efendi'den ders okumaya başladı. İki buçuk ay içinde Emsile, Bina ve Merah'ı metin ezberleyerek okudu. İzhar'ı bitirdi. Kâfiye okumasına lüzum görülmedi ve Molla Câmi'ye başladı.

'Alvar İmamı babama 'Bunu mutlaka okutalım' demiş. Ve beni Alvar İmamı'nın torunu, yaşça benden 5 veya 6 yaş büyük Sadi Efendi'nin yanına verdiler.

Sadi Efendi temiz ve mazbut bir insandı. Ancak yaşı çok gençti ve tecrübesizdi. Beni baştan başlattı. 2,5 ay içinde Emsile, Binâ ve Merah'ı metin ezberleyerek okudum. Daha sonra İzhar'ı bitirdim. Kafiye okutmaya lüzum görmedi ve benden bir sene önce gelmiş talebelerle Molla Cami'ye başlattı.'


10 Ocak 1954'te Büyükanne ve Dedesi Vefat Etti
1954 yılının başında babaannesi Munise hanım ve dedesi Şamil ağa birer saat arayla vefat etti.

Mûnise Hanım kocası Şâmil Ağa'dan bir saat kadar önce vefat etmiştir. Uzun müddet hasta yatar. Vefatından beş-on dakika önce gelini Râfiâ Hanım'ın yardımıyla abdest alır. İkindi namazını eda eder. Sonra da kocasını kastederek: 'İkimiz de dünyadan nasibimizi tam almamışız. Bu gece cenazelerimiz evde kalacak' der. Ve dudaklarından kopan son feryat 'Allah' kelimesi olur. Şâmil Ağa diğer odadadır ve sapa sağlamdır. Hiçbir şikayeti de yoktur. Evdekiler Munise Hanım'ın cenazesiyle meşgul olurken, odadan bir feryât daha kopar. Torunlarından biri 'Dedem öldü' diye ağlamaktadır. Her iki cenaze o akşam evde kalır. Ancak ertesi gün defnedilirler. Kabirleri Korucuk Köyündeki mezarlıkta bulunmaktadır.

Fethullah Gülen babaannesi ve dedesinin ölüm hadisesini şöyle anlatıyor:

'Beni iyice sarsan bir hadise vuku buldu. Herhalde Merah okuduğum dönemdi. Medresede arkadaşların, benden gizlemeye çalıştıkları ve aralarında konuşurken muttali olduğum acı bir haber duydum. Dedem ve ninem vefat etmişti. Dünya başıma yıkılmıştı. Çok sarsıldım. Dersi okuduktan sonra yola çıktım. Tabii ki cenazelerine yetişememiştim..
Şâmil Dedem ki, benim hayatımın bir parçasıydı; Munise Ninem ki, onsuz yaşamak nasıl olur, hayal bile edemiyordum. Fakat şimdi her ikisi de hem de bir saat arayla vefat etmişti. Ben bu ıstıraba nasıl dayanacak, bu hicrana nasıl tahammül edecektim!. (Küçük Dünyam)'
1955Erzurum'daki Talebelik Günleri
Kurşunlu Camii Medresesindeki Sadi Efendi'nin yanından ayrıldı ve Kemhan Camii yanındaki medresede 6 ay kadar okudu. Oradan da ayrıldı ve Taşmescid'e gitti. Metruk haldeki Ahmediye Camii'nde kendi imkanlarıyla bir oda hazırlayarak Zinnur adında bir arkadaşıyla oraya yerleştiler. Burada Osman Bektaş Hoca'dan ders almaya başladı.Edirne'ye gidinceye kadar hep burada kaldı.

'Sadi Efendi ile aramızda bir ara huzursuzluk oldu neticede, medreseden ayrılmaktan başka çarem kalmadı. ' Sadi Efendi'nin yanından ayrılınca Kemhan Caminin yanındaki medreseye gittim. Zaten eşya olarak sadece bir sandığım vardı. Bu medresede beş-altı arkadaş kalıyorduk. Eğer birinin misafiri gelirse, yatacak yerimiz kalmazdı.

Sadi Efendinin yanından ayrılınca Osman Bektaş Hocanın yanına gittim. Osman Hoca fıkıhta hakikaten üstattı. Zaten müftülüğe bir müstefti (fetva sormak isteyen) gelirse, o sırada müftü olan Sadık Efendi kapıcıyı gönderir ve Osman Hoca'yı müftülüğe çağırırdı. Meşguliyeti fazla olan bir insandı. İmkanları da iyiydi.Osman Hoca beni izhardan başlattı. Bir iki ders okuduktan sonra 'Molla Fethullah! Seni bu derslerle meşgul etmeyelim. Sen de Cami oku' dedi.'


İlk Vaazını 14 Yaşında Verdi
Fethullah Gülen Kur'an ve Arapça tahsilini küçüklüğünden beri ara vermeden devam ettirmiş 12 yaşında hafız olmuştu. 1955 yılında henüz 14 yaşında ve Erzurum'daki medreselerde talebe iken Korucuk ve Alvar köylerinde vaazlar vermeye başladı. Bu konudaki ilk tecrübeleri önce kendi hatıratından sonra da Nazlı Ilıcak'ın kaleminden aktaralım.

'14-15 yaşlarımdayken, biraz da babamın alışmamı istemesi sebebiyle Ramazan ayı boyunca köyümüzde vaaz ettim. Enver isminde çok akıllı, mâneviyâta da açık olarak tanıdığım bir amcam vardı. Sokakta yürürken amcam arkamdan yürüyor, önüme geçmemeye dikkat ediyor, çok saygılı davranıyordu. Bir gün 'Amca, dedim, bundan çok müteessir oluyorum, böyle yapmasanız!' deyince bana, 'Oğlum, dedi, 'Ziyareti hürmetli eden sahibidir. Ben bu saygıyı duymazsam halk seni kabullenmez ki!'

Amcamın, yaşımın küçüklüğüne ve onun yeğeni olmama rağmen va'z u nasihat etmem hürmetine bana öyle saygılı davranması hiç hatırımdan çıkmadı. Ben de insanlara faydalı olacağına inandığım arkadaşlarım için aynı hususa dikkat etmeye çalıştım.' (Kırık Testi)

'Bayramlarda, mübarek gecelerde, cuma günlerinde kürsünün karşısına geçip vaaz eden insanları, ve tabii babası Ramiz Efendi'yi büyük bir hayranlık ve can kulağıyla dinledi. Camiden çıktığında ne konuşulduğunu unutmadı. Annesi sorduğunda dinlediklerini kelimesi kelimesine ona anlattı. Yine bir Ramazan akşamıydı. Annesinin pişirdiği iftar yemeğini acele ile yedi ve hemen camie gitti. Biraz sonra babası gelecek ve Alvarlı'lara hitap edecekti. Fethullah, sanki babası sadece kendisine konuşacakmış gibi bütün ruhu ile onu dinlemeye hazırlanıyordu.

Henüz 14 yaşındaydı. Alvar İmamı'nın tavassutuyla Erzurum'da tahsiline devam ediyor, Arapça'yı yeni yeni öğreniyordu. Alvar Köyü eşrafından Kâzım Efendi de o gün camiye ilk gelenlerden biriydi. Tuhaf bir hâli vardı. Fethullah'a insanı şaşırtan bir şekilde bakıyordu. Biraz sonra cami dolmaya başladı. Kâzım Efendi, birden ayağa kalktı. Elinde bir sarık vardı. Babasının vaaza başlamasını bekleyen Fethullah'a doğru yürüdü. Fethullah hayretle Kazım Efendi'ye baktı. Kâzım Efendi, elindeki sarığı Fethullah'ın başına yerleştirdi. O'nu kolundan tutarak kürsüye davet etti... Fethullah donup kaldı. Babasının da içlerinde bulunduğu, doğumunu, bebekliğini, emeklemesini, yürümesini bilen, dini bütün bir cemaate karşı nasıl konuşacaktı? Kâzım Efendi, bu sorularla ve Fethullah'ın heyecanıyla ilgilenmiyordu. Onun kolunu tuttu, sürüklercesine götürdü ve kucaklayıp kürsüye oturttu. Bu öyle bir emr-i vaki idi ki, Fethullah itiraz edemediği gibi, bu olay onun bütün vaazlarının başlangıcı ve kader çizgisi oldu. Babası ile göz göze geldi. Ramiz Efendi de hayret içindeydi. Heyecanını belli etmemeye çalışarak Fethullah'ın konuşmasını bekledi. Fethullah, ilk önce sıkıntı duydu. Hemen ardından açıldı ve mükemmel bir vaaz verdi. Cemaat 14 yaşındaki bu çocuğun vaazıyla coştu. Bazı kişiler neredeyse kendinden geçecek hâle geldiler.

Fethullah Gülen, bundan sonraki günlerde, talebeliği boyunca, her fırsatı değerlendirdi; Alvar'da olsun, köyü Korucuk'ta olsun vaazlar verdi. Erzurum dışında... Alvar'daki ilk vaazından sonra hayatı yeni bir yöne doğru gitmeye başladı. Ertesi sene Ramazan ayında babasının ısrarı ile Erzurum dışına çıkmaya karar verdi. Ramazan boyunca Amasya, Tokat ve Sivas taraflarını dolaştı. Vaazlar etti. Bazı müftüler Fethullah Gülen'e ilgi gösterip vaaz etmesine imkan tanırken bazıları da yaşının çok küçük olduğunu ileri sürerek bu sevdadan vazgeçmesini tavsiye etti. Fethullah kararlıydı. O bildiği yolda yürüyecekti. Sivas'tan sonra Erzincan'a da uğrayarak Erzurum'a döndü. Taşraya bu ilk çıkışı ondaki belli istidatların gelişmesine sebep oldu. Verdiği vaazlardan sonra o çevrelerin okumuş, aydın insanlarıyla özel sohbetler yaptı. Bu sohbetler ona, Korucuk, Alvar ve Erzurum gibi daima tanıdık muhitlerde, birbiriyle hemen hemen aynı bilgilere sahip, aynı ruh halini taşıyan insanların dışında, farklı bilgi ve düşünüşlere sahip insanlar olduğunu öğretiyordu. Bir sohbet esnasında sözü dinlenir birisi, Mehmet Akif Ersoy'un Safahat'ını okumasını tavsiye etti. Gülen, Erzurum'a dönüşte Safahat'ın yarısını ezberledi. (Akşam;Nazlı Ilıcak;20 Mart 1998)


Vaaz Vermesine İlk Kez Kâzım Efendi Teşvik Etti
'Kâzım Efendi, Alvar İmamı'na bağlı saçlı, sakallı, o devirde hacca gitmiş 3-4 adam varsa onlardan birisiydi.

Hocaların meclislerinde hep bulunmuş. Belki eski kültürüyle kitap da okumuş ama çok fazla bir şey bildiği konusunda bilgim yok. Oğulları vardı. Onları da öyle mazbut yetiştirmiş o dönemde. Başlarına Halk Partisi döneminde sarık sararlardı. 2 oğlu da gençti, başlarına sarık sararlardı. Atkıları, kaşkolları sararlardı.

Vaaza çıkarmadan önce ona göre 'ben seni vaaza çıkaracağım' demedi. Babamla birşey konuştular mı onu da bilemiyorum. Yoksa babam mı teklif etti? Bilemiyorum tabii hilafı vaki bir şey olur.

İlk vaazım oldu benim. Belki benim kendi gayretlerim, çalışmalarımla. Arapçaya çalışmaya başladığım andan itibaren Dürretü'l-Vaizin gibi kitaplara falan da bakıyorduk. Babamın kitapları arasında vardır, her kelimeyi lügata baka baka yazmışımdır kitabın kenarlarına. Öyle bir mümaresem de vardı.
Bacağım yetişmezdi kürsüye. Yani ilk okumaya gittiğim seneydi. O zat mazbuttu ahlâken. Daha sonraki dönemde şu tarafını da gördüm onun: Babam öyle çok ince insan olmasına rağmen bana hatim okutmuştu evlerde. Yüzünden Kur'an-ı Kerim okuyordum. Daha sonra O, Erzurum'dan ayrıldıktan sonra hatimlerden aldığım paralar bende hep hicran oldu. Döner dönmez böyle Cenab-ı Hakk'ın bahşettiği bir imkânla ben tesbit edebildiğim kadarla ilk o hatim okuduğum kimselerden aldığım paraları bilmem ki hangi ölçüler içinde zarflara koydum iade ettim. Bunları da kardeşim Hasbi ile gönderdim. Camiden bildiklerimi zarfta kağıda yazmıştım. Hasbi oraya (Erzurum) gidince bilmediklerinden dolayı mı ne ilan ediyor meseleyi ve 'bu zarfları alın, abim gönderdi. Bu işten para almanın caiz olmadığı kanaati var onda' diyor.

Bu iş askerliğim esnasında olabilir. İtiraz ediyorlar. 'Buraya çok büyük adamlar geldi, gitti. Bu icadı O mu çıkarıyor.' diyorlar. İşte o Kâzım Ağa yine oradan kalkıyor, daha hayatta 'Vallahi, işte o tam kendine yakışanı yaptı. Böyle yapılır bu iş zaten' diyor. Ve halk itiraz etmiyor artık. (Kendi Hatıralarından)
12.03.1956Manevi Hocası Alvarlı Efe Hazretleri (d. 1868) Vefat Etti
Muhammed Lutfi Efendi (Alvar İmamı) vefat etti.

'Hayatımın en sarsıcı hadiselerinden biri de Alvar İmamı'nın vefatıdır. O gün ben de Alvar'da bulunuyordum. Hatırladığıma göre kuşluk vaktiydi. Salondaki sedirin üzerinde uzanmış, istirahat ediyordum. Birden hafiften bir ses duydum. Buna ses değil çığlık demek daha doğru olurdu. Kulağımı uğuldatan bu çığlık 'Efe öldü' diye bağırıyordu. Hemen yerimden fırladım. Ceketimi elime alıp koştum. Efe Hazretlerinin evine doğru yaklaştıkça, acı gerçeği anladım; Efe hakikaten ölmüştü.

Alvar İmamı Hazretlerini ne zaman tanıdığımı söyleyemeyeceğim. Zira hayata gözlerimi açtığım zaman, O'nun ağzının şerbetine susamış pek çok gönül gibi, peder ve validemi de o dupduru kaynağın başında buldum. O'nu idrak ettim diyemem; çünkü O, ötelere göç ettiği zaman, ben hayatımın henüz, on altıncı yılının yamaçlarında dolaşıyordum. Buna rağmen ilk şuur ve ilk ihsaslarıma seslenen bir ruh olması itibariyle, benim o idrake kapalı yaşım, başım ve istidatlarımdan daha ziyade, O'nu yine O'nun tenezzüllerinde yakaladığımı, tanımaya çalıştığımı ve bugünkü, seziş, duyuş ve hissedişlerimi o günkü ihsaslarıma borçlu olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.'
1957Risale-i Nurları Tanıdı ve Değişik Yerlere Vaaza Gitti
Erzurum'da talebelik yıllarında Bediüzzaman'ın yanından gelen Muzaffer Arslan'ın sohbetlerine katılması üzerine risaleleri tanır ve bir daha da sohbetlere katılmaktan geri kalmaz. Ramazan vesilesiyle Amasya, Tokat ve Sivas taraflarını dolaşarak vaazlar verdi ve sohbetler yaptı.

'Kırkıncı Hoca, bana, Selahattin ve Hatem'e Bediüzzaman Hazretlerinin yanından birisi gelmiş, akşam sohbet yapacak, oraya gidelim' dedi. Teklifini hemen kabul ettik. Çünkü, Bediüzzaman'ın yanında bulunmuş bir insanı ilk defa görecektik. Bu da bizim için çok cazip ve orijinal bir hadiseydi.

Mehmet Şergil'in terzi dükkanına geldik. Burası, iki kilimden biraz daha genişçeydi. İlk gece veya ikinci gece orada bulunanlardan aklımda kalan isimlerden bazıları, Mehmet Şevket Eygi, Esat Keşafoğlu ve Osman Demirci'dir. Şevket Eygi, yedek subaylık yapıyordu. Esad Keşafoğlu ise o sırada üsteğmendi. Bediüzzaman Hazretleri, Muzaffer Arslan'a 'şark'ı bir dolaş gel' demiş o da Sivas, Erzincan ve Erzurum'u dolaşmaya gelmişti. 15 gün kadar Erzurum'da kaldı. İlk gece Hücumat-ı Sitte okundu. Ertesi gün Beşinci Şua'dan ders yapıldı. Bizimle gelen mollalardan bazıları, oradaki tevillere itiraz ettiler ve bir daha gelmediler. Fakat anlatılanlar beni iyice sarmıştı. Bilhassa Muzaffer Arslan'ın bir sahabe hayatı yaşaması, sadeliği ve samimiyeti bana çok tesir etti. Ben zaten sahabe aşığı bir insandım. Onu görünce, işte aradığım insanları buldum, dedim ve bir daha da ayrılmayı düşünmedim.

Muzaffer Arslan'ın pantolonunun iki dizi de yamalıydı. Ceketi de işte ona göreydi. Tabii ki bu sadelik bana apayrı duygular ilham ediyordu. Ayrıca ibadette derinlik vardı. Namaz kılışları, dua edişleri bana bambaşka görünmüştü. Derse gelip gidenlerden Çiğdem Bakkalı'nın sahibi bir Zeki Efendi vardı. Onun dua edişi de çok hoşuma giderdi. Yürekten dua etmesine bayılırdım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum; fakat kısa bir müddet zannediyorum. Üstad'dan Erzurum'a bir mektup geldi. 'Mektup kime hitaben yazılmıştı? Üstad bu mektubu kime dikte ettirmişti?' hatırlamıyorum. Fakat selam gönderdiği isimler vardı. Sonunda da Fethullah ile Hatem'e de selam deniyordu. Ben adımın zikredildiğini duyunca ayaklarım yerden kesildi zannettim; o kadar sevinmiştim. Hayatımda o derece sevindiğim çok az vakidir. Şimdi o mektup nerdedir, kimdedir, onu da bilmiyorum. Ancak bu bana yetmişti. Sohbetlere gitmeyi bir daha terk etmedim.'
1959Erzurum'dan Edirne'ye Gitti
Erzurum'dan ayrılarak Edirne'ye gitti. Edirne'de Hüseyin Top hocanın yardımıyla çevre edindi. Girdiği imtihanları kazandı, ancak askerliğini henüz yapmadığı için 6 Ağustos 1959'da resmen Üçşerefeli Cami ikinci imamlığına tayin edildi. İki buçuk sene Üçşerefeli Cami'nin bir penceresinde kaldı.

'Babam mutlaka Erzurum'dan dışarı çıkmamı istiyordu. Buna her defasında annem karşı çıktı. Fakat sonunda babamın dediği oldu. Annemin de muvafakatını alarak Edirne'ye gitmeme karar verildi. Edirne'de Hüseyin Top Hoca vardı. Bizim akrabamızdı. Bana sahip çıkar diye oraya gitmem uygun görülmüştü. 18 yaşını aşmıştım. 'Seyahat Ya Resülallah!' dedik ve Edirne'ye doğru yola çıktık. Edirne'ye giderken, yol güzergahında bazı yerlere uğrayarak gittim. Hüseyin Top Hoca beni İbrahim Efendi'ye (Edirne Müftü Vekili) götürdü. O beni biraz genç görmüş olacak ki imtihan etmesi gerektiğini söyledi. Ben kabul ettim. Şimdi hatırlayamayacağım bir kitabı rasgele açıp elime verdi ve 'Oku' dedi. Bu bir fıkıh kitabıydı. Çıkan yeri okuyup mana verdim. İbrahim Efendi dışarı çıkmamı söyledi. Biraz sonra Hüseyin Efendi dışarı çıkıp yanıma geldi. Yüzündeki sevinç ifadesinden işin müspet gittiğini anladım. Hüseyin Efendi de içeride konuştuklarından bahsetti. İbrahim Efendi'nin 'Genç ama kendini iyi yetiştirmiş' sözü benden çok Hüseyin Efendi'yi sevindirmişti.

Bir iki ay kadar Akmescit'te namaz kıldırdım, vaaz verdim. Zaten bu arada Ramazan ayı da gelmişti. O sıralarda vaizlik imtihanına girmek için Ankara'ya gittim. 15 gün kadar Ankara'da kalıp tekrar Edirne'ye döndüm. İmtihan neticeleri daha sonra belli olacaktı. Ve bir gün Edirne Müftülüğüne Ankara'dan bir telefon gelmiş. Arayan Mustafa Zeren'dir. 'Yeğenimin gözlerinden öperim, imtihanı kazandı' diye bir mesaj bırakmış. Hüseyin Top yine çok sevinmiş. Çarşı pazar beni aramaya başlamış. Nihayet beni buldu, caddenin ortasında müjde verdi, boynuma sarıldı; 'İmtihanı kazandın' dedi. Bir dilekçe yazdım ve Edirne Müftülüğüne talip oldum. Diyanet'ten gelen cevap olumsuz oldu. 'Askerliğinizi yapmadığınız için sizi müftü tayin edemiyoruz' diyorlardı.

Müftülük, münhal bulunan yerler için bir imtihan düzenledi. Bu imtihanda birinci oldum. Hakkım, Üçşerefeli Cami'e imam olmaktı. Ancak İbrahim Efendi'nin kayırdığı bir başkası vardı. 'Senin puanın fazla; o da askerliğini yapmış. Onun için sizi müsavi kabul edip kur'a çekeceğiz' dedi. Kur'a çekildi ve hak yerini buldu. Üçşerefeli Cami'e ikinci imam olarak tayin edildim. Bu benim memurluğa ilk başladığım (6 Ağustos 1959) tarihtir. Maaşın 200 lira, dediler, 30 lirasını kesip elime 170 lira verdiler.'


'Ruhani Reislik' Yaptı
Edirne'de bulunduğu sıralarda mahkemeden çağrılarak iki idamlık için 'ruhani reislik' yapması istendi. Bu arada evlilik teklifleri de geliyordu kendisine. Ancak o kabul etmedi.

'Edirne'ye ait unutamadığım hatıralardan biri de iki idamda ruhanî reislik yapmış olmamdır.

Bunlardan ilki 1959 senesinde oldu. Benim Edirne'de ilk senemdi. Üçşerefeli Cami'de imamlık yapıyordum. Bir gün biri geldi ve 'Gani Bey seni istiyor' dedi. Gani bey hâkimdi. Ben kendisine bazı kitaplar vermiştim. İlk önce endişe ettim. Ve yanına bu endişe ile gittim. Bana: 'Bir idamlık var. Seni Ruhani Reis olarak bulundurmaya karar verdik.' dedi. Esasen hassas bir insanım. Böyle bir teklife 'Evet' demem mümkün değil. Ancak daha önceki endişem çıkmayınca ben gayri ihtiyarî olumlu cevap verdim. Beni tanıyıp itimat ettikleri için çağırdıklarını söylediler.

Eskiden idamlar millete ibret olsun diye açıkta yapılırdı. İhtilalden sonra açıkta idamı kaldırdılar. Gece beni gelip aldılar. Arabaya binip hapishaneye gittik. İdamlığın adı Rasim Dik'di. Hücreye girdik. Elleri bağlıydı. Herhalde saldırmasın diye bağlamışlar.

Artık meşhur olduğumdan ikinci idama yine beni çağırdılar. O zaman dışarıda asmak yasaklanmıştı.İkinci idamlığın adı Mehmed'di. Mehmed çok temiz çehreli bir gençti. Katil olacağına ihtimal vermiyorum. Bizi görür görmez ayaklarının bağı çözüldü. Felç olmuştu. Bir kanepeye oturduk. Anlatmaya başladım: 'Mehmed, işte durum bu. Meclis tasdik etmiş. Bundan sonra başka çare yok. Allah'a giden bir yoldasın ve başka yollar da kapalı..'Abdest almak ister misin? diye sordum. İsterim dedi. Ayaklarına gelince takati kesildi., Bugünkü gibi hatırımda. Ve bunları ben vicdanımda yaşadım. Yıkayamadı ayaklarını... Amentü'yü okutmaya başladım. Biraz okuyor; fakat gerisini getiremiyordu. Kelimeler aklından siliniyordu. Arada da 'Beni bir daha adlî tıpa verseniz' diyordu. Halbuki adlî tıpa verilse ne olacak. Yaşayacağı bir iki hafta daha. İşte orada hayatın kıymetini daha iyi anladım. Sanki idama götürülecek olan o değil de bendim. Aradan seneler geçmesine rağmen hatırladıkça bu hicranı yaşarım. Mehmed'e çok acımıştım. Bir çoban öldürmüş dediler ve onun boynuna da böyle bir yafta astılar..'
Risale-i Nur'la Tanışma
Bediüzzaman Said NursiKırkıncı Hoca, bana, Selahaddin ve Hatem'e Bediüzzaman Hazretlerinin yanından birisi gelmiş, akşam sohbet yapacak, oraya gidelim' dedi. Teklifini hemen kabul ettik. Çünkü, Bediüzzaman'ın yanında bulunmuş bir insanı ilk defa görecektik. Bu da bizim için çok cazib ve orijinal bir hadiseydi.
Mehmet Şergil'in terzi dükkanına geldik. Burası, iki kilimden biraz daha genişçeydi. gece veya ikinci gece orada bulunanlardan aklımda kalan isimlerden bazıları, Mehmet Şevket Eygi, Esat Keşafoğlu ve Osman Demirci'dir. Şevket Eygi, yedek subaylık yapıyordu. Esad Keşafoğlu ise o sırada üsteğmendi. Bediüzzaman Hazretleri, Muzaffer Arslan'a 'şark'ı bir dolaş gel' demiş o da Sivas, Erzincan ve Erzurum'u dolaşmaya gelmişti. 15 gün kadar Erzurum'da kaldı. ilk gece Hücumatı Sitte okundu. Ertesi gün Beşinci Şua'dan ders yapıldı. Bizimle gelen mollalardan bazıları, oradaki te'villere itiraz ettiler ve bir daha gelmediler. Fakat anlatılanlar beni iyice sarmıştı. Bilhassa Muzaffer Arslan'ın bir sahabe hayatı yaşaması, sadeliği ve samimiyeti bana çok tesir etti. Ben zaten sahabe aşığı bir insandım. Onu görünce, işte aradığım insanları buldum, dedim ve bir daha da ayrılmayı düşünmedim.
Muzaffer Arslan''ın pantolonunun iki dizi de yamalıydı. Ceketi de işte ona göreydi. Tabii ki bu sadelik bana apayrı duygular ilham ediyordu.
Ayrıca ibadette derinlik vardı. Namaz kılışları, dua edişleri bana bambaşka görünmüştü. Derse gelip gidenlerden Çiğdem Bakkalı'nın sahibi bir Zeki Efendi vardı. Onun dua edişi de çok hoşuma giderdi. Yürekten dua etmesine bayılırdım.
Osman Hoca olsun, Sadi Efendi olsun, beni vazgeçirmek için çok uğraştılar. Bilhassa Osman Bektaş Hoca'nın gözde talebesiydim ve ilmine de itimadım vardı. Ancak Risaleler aleyhine konuştuğu şeyler bana hiç tesir etmemişti. Çok iyi sardırmıştım. Muzaffer Arslan orada bulunduğu müddet içinde her gün geldim. Zaten uğurlamak için tren istasyonuna beş kişi gelmiştik. Mehmet Şergil, Zeki Efendi, Kırkıncı Hoca, Hatem ve bir de ben.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum; fakat kısa bir müddet zannediyorum. Üstad'dan Erzurum'a bir mektup geldi. 'Mektup kime hitaben yazılmıştı? Üstad bu mektubu kime dikte ettirmişti?' hatırlamıyorum. Fakat selam gönderdiği isimler vardı. Sonunda da Fethullah ile Hatem'e de selam deniyordu. Ben adımın zikredildiğini duyunca ayaklarım yerden kesildi zannettim; o kadar sevinmiştim. Hayatımda o derece sevindiğim çok az vakidir. Şimdi o mektup nerdedir, kimdedir, onu da bilmiyorum. Ancak bu bana yetmişti. Sohbetlere gitmeyi bir daha terk etmedim.
Bizim oralarda (Erzurum'da) 1001 hatim okunur. Yapılan her hatim için bir dua; bir de umum için bir dua yapılır. O sene yapılacak umumi dua Regaib Kandili'ne denk geldi. Hazırlandık ve Lala Paşa Camiine gittik. O gecelerde camide yer bulmak da zordur. Herkes birbirinin sırtına secde eder; cami bu kadar kalabalık olur.
Ben caminin Hünkar Mahfiline çıktım. Namazdan sonra, içime bir arzu, bir iştiyak ve bir ateş düştü ki tarifi mümkün değil. Yana yakıla yalvarıyorum: 'Allah'ım! Bahtına düştüm, beni de bu arkadaşların arasına kat. Onlardan biri olayım. Bu hizmetle bütünleşeyim. Dıştan gelip giden insan olmayayım. Kendimi bu hizmete vakfedeyim..'
O gün sabaha kadar yalvardım. Hayatımda böyle bir hal içinde duaya ya bir ya da iki kere muvaffak olabilmişimdir. Çığlık oldum inledim, sabaha kadar gözyaşı döktüm. O gün sadece Rabbimden bunu istedim..
Sabah namazından önce Sadık Efendi vaaz verdi. O da çok hissî vaaz vermişti; ekseriyetle de öyle verirdi. Efendimiz, der dudağını yalardı. Öyle bir peygamber aşığı insandı. Onun vaazı da bana çok dokundu. Vaaz süresince de hep ağladım. Yırtınırcasına yine aynı duayı yaptım. Hatim duasından sonra da camiden çıktım.
Tam caminin önünde Hatem Hoca beni anyordu. Görünce koşarak yanıma geldi. 'Bu gece rüyamda Üstad'ı gördüm. Sana 'Tarihçe-i Hayat' taki mektubu yollamıştı. Bir de sana bir güveç dolusu ceviz gönderdi' dedi.
Ben o esnada nasıl ayakta durabildim hâlâ hayret ederim. Akşamki hicran dolu gözyaşlarım, şimdi beni sevincimden ağlatacaktı. Hislerime sahip olmaya çalıştım. O sırada Alvar İmamının dediklerini dedim:
'Değildir bu bana layık bu bende Bana bu lütf ile ihsan nedendir.'
Rüyada ceviz, yolculuk diye tabir edilir. İki üç ay önce gelen selam, benim bu akşamki ruh halim ve Hatem'in rüyası üst üste gelince; artık kendimi bu arkadaşlarla bütünleşmiş hissettim. Onlar nasıl kabul eder bilemem, fakat ben kendimi hep onlarla beraber bildim.
HAyırlı Cumalar Mümin Kardeşlerim

İlk hacca 1968 yılında gittinîz. Şüphesiz mukaddes yerlere yaptığınız bu ilk yolculuk sizde silinmez izler bırakmıştır. Bu hatıralarınızı anlatır mısınız?

sizin de dediğiniz gibi ilk hacca 1968 yılında gittim. O sırada bilindiği üzere Kestanepazarı'ndaydım.
Hacca gidişime vesile olan hadiseleri daha önce de aktarmıştım.
ImageKabe'yi ve Ravzâ i Tahire'yi ilk gördüğümde öyle bir ruh haline büründüm ki, tarifi mümkün değildir. Hani, benim gibi birine olmaz; ama farz-ı muhal, o anda cennetin bütün kapılan ardına kadar açılsa ve cennete davet edilseydim, herhalde oralardan ayrılıp cennete gitmeyi arzu etmezdim. Harem-i Şerifte ve Ravza-i Tahire'de bulunmak bana öyle ledünni bir haz ve lezzet vermişti...
Kestanepazarı'ndaki talebelere hep apayrı bir gözle baktım. İslam Alemine ait büyük kurtuluşun hiç olmazsa bir bölümünü onların temsil ettiğine inanıyordum. Hacca giderken onların isim listelerini yanımda götürmüştüm. Hepsine orada teker teker dua ettim. Ayrıca tanıdığım birçok kimseye de ismen dua ettim. O sırada bütün Türkiye çapında tanıdıklarımın sayısı bugünle kıyas edilemecek ölçüde azdı. Onun için hepsini ismen zikredebilmiştim.
Bu ilk haccda unutamadığım hatıralarımdan biri de şudur: Harem-i Şerifte, bilhassa cemaatla namaz kılarken, renk renk çiçekleri andıran cemaatların topluca rüku ve secdeye varışlarını seyretmek bana apayn duygular ilham ediyordu. Orada, her renkten insan, kendine has urba ve giysileri içinde renk renk açmış nadide çiçekler gibiydi. Harem-i Şerif bunlarla, bağrında her mevsimin çiçeğini bitiren bir çiçek bahçesine benziyordu. Bu manzarayı seyretmek için rüku ve secdelere biraz gecikerek gidiyordum. Ve kendimi böyle yapmaktan alıkoyamıyordum.

Cenâb-ı Hakk hayatımda üç defa hacca gitmeyi nasip etti. -Ona binlerce hamd ve sena olsun- 68'li yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı, ilk defa görevli olarak hacca üç kişi göndermişti. Eskişehir ve Denizli müftüleriyle beraber bir de fakiri vazifelendirmişlerdi. Görevimiz ise, oradaki hacıların durumunu tetkik edecek ve yapılacak iyileştirme çalışmalarıyla ilgili rapor hazırlayıp, bu mevzuda yapılacak şeylere ışık tutacaktık.
İkincisinde; kendisine hac farz olduğu halde gidemeyen çok yakın bir dostumuzun pederi namına gitmiştim. Aslında bu şekilde bir hacca gitmeği hiç istemezdim. Çünkü öyle birinin namına yapılacak bir hac, bana çok ağır gelirdi. Ama, oraları özlemiştim. Bu vesileyle de o dostla beraber ikinci kez o kudsî yolculuğa çıktık.
Diğeri ise, medyada aleyhimize şiddetli bir kampanya başlatılmıştı. Buna karşı ruhumda duyup hissettiğim sıkıntılarla, yine özlemini çektiğim o kutsal mekanlara gidip, dua etme ve o arındırma muslukları altında yıkanma ihtiyacını duydum. Cenâb-ı Hakk imkân verdi ve 1986'da üçüncü kez yeniden hacca gitmek nasip oldu.
Ne var ki, bu son haccımda, Mekke ve Medine'yi çok sevdiğim halde, hizmet itibariyle memleketime dönme zorunda olduğum mülahazasıyla, oradan ayrıldık ama, giriş yapmama tahdid konmuştu. Uçak kapıları bu şekilde yüzümüze kapatılınca, biz de bu zorunluluk karşısında ve biraz da ülkeme olan sevgi ve muhabbetle, kaçak olarak karadan girme yolunu seçtim. Daha sonra da kendim, Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne gidip ifade verdim.
Bu arada yaşadığım bir-iki hadiseyi nakletmek isterim. Orada bulunduğum sıralarda, çok küçük suçlardan dolayı çadır hapsine maruz kalan insanların olduğunu duyduk. Sizin gidip onları ziyaret etmeniz ve ihtiyaçlarını karşılamanız ise mümkün değildi. Çünkü onları arayıp sormanız, sizin de aynı cezaya maruz kalmanız için yeterli bir sebepti.
Diğer bir şey ise, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun medfun bulunduğu Ravza-yı Tâhire'nin bir köşesinde, Emr-i bi'l-Maruf Nehy-i ani'l-Münker diye bir müesseseye şahid oldum. Hadd-i zatında bu müessese, İslâm'ın güzel ve hoş gördüğü şeyleri emredip, nâhoş ve çirkin gördüğü şeylerden de men'eden bir müessesedir. İnsanların Peygamber'e ve bu kutsal mekanlara duydukları özlem, aşk ve muhabbetle geldikleri bu yerde, böyle bir müessesenin kurulmasına bir anlam veremedim. Ve hiç unutmam, bu müessese tarafından, elimde üç el tesbih bulundurduğumdan mı, yoksa Kur'ân ve dua okuyorum diye mi, ya da beni tanıyan üç-beş insanın gelip hal-hatır sorarak çevremde toplanmasından dolayı mı, derdest edilip götürüldüm? Sanki cürm-i meşhûd bir suçlu gibi muamele gördüm. Gariptir, onlar üç el tesbihlerin ticaretini yapacaklar, milyonlarca hacıya dağıtacaklar, siz ise, bunları çekemeyeceksiniz.. tabii çok garip geldi bana. Bütün bunlar karşısında kendi ülkemin kıymet ve değerini bir kez daha anladım.
İşin ilginç bir yanı da bu insanlara bir şey anlatmanın mümkün olmadığıdır. Sizin de bir Müslüman olduğunuzu söylemeniz bu insanları harekete geçirmiyor ve kurtuluşu bir daha bu gibi şeyleri yapmama üzerine bir mazbata imzalamakta buluyorsunuz. Aksi ise, hemen sınırdışı edilmek.. tabii haccınızı eda edemeden (!)

M.Fethullah Gülen


Bugün dünyanın başka şeye değil kendisini dinine adamış birkaç deliye ihtiyacı var Siz onlara “dinin delileri” de diyebilirsiniz
Blog umuzu yeni oluşturduk Tüm Hocaefendi sevenleri ve kardeşlerimiz Buyursunlar

M.Fethullah Gülen Hocaefendinin sunmuş olduğu hizmetlerin ve bu yolda var olanların buluşma alanı.